17 Mart 2012 Cumartesi

Fehimsiz Vol : I

* Genjlere ve özellikle de evli genjlere kötü örnek olacak davranışlar, küfürler, kafa karıştırıcı şeyler içerir..


- Bilmediğin sokakta kaybolmuş sayılmazsın -   

      Gözleri tavana asılı olarak uyandı, bu ağrının başka bir açıklaması olamazdı. Hatta ağrı o kadar şiddetliydi ki uyandığını 5 dakika sonra idrak edebildi. Nerede olduğunu umursamadan doğrulup ayaklarını yataktan aşağı sarkıttı, o an farketti bu yatak onun yatağı değildi ve nasıl olduysa çıplaktı ayrıca lanet ağrı devam ediyordu. Yatağın ucunda bulduğu  gömleğini eline alıp pantolonunu giyindikten sonra kafasını soğuk suyun altına sokmaya karar verdi, başka türlü durmayacaktı beynindeki şantiye. Banyonun nerede olduğu hakkında hiçbir fikri yoktu üstelik odadan çıkarken beyaz duvarın dibindeki beyaz komidine serçe parmağını çarpmıştı, o an başına gelebilecek en kötü şeydi. Bağırıp masaya yumruğunu vuracak gibi oldu fakat tuttu kendini, yatakta hala uyuyan sarışın ince belli adı herhangi birşey olabilecek kızı uyandırmak istemedi çünkü kızda çıplaktı ve tanımadığı bi insanın nereye gidiyorsun tarzı sorularına katlanacak durumda değildi. 


         Banyoyu kapıları tek tek açarak buldu, kafasını suyun altına sokmadan önce aynada kendine baktı, kendisini de tanımıyordu sanki. Midesi kalktı, bütün insanlardan nefret etti kişi ayrımadan, önce avucuna biraz su alıp yüzüne çarptı yüzündeki ifadeyi silmek ister gibi bir hırsla, sonra kafasını komple suya soktu. Su çok yabancıydı, lavabo çok yabancı, banyo çok yabancı. Belli ki dün yine çok içmişti ayda birkaç defa hiçbirşey hatırlamadığı geceler olurdu bu şekilde. Hatta bu hatırlamadığı gecelerin birkaçında da aynen böyle hiç tanımadığı insanların yanında uyanır, hiç tanımadığı muslukların altına kafasını sokardı. Bu iğrenme halini çok iyi tanıyordu bu yüzden, hatta şu anda en iyi tanıdığı şey bu duyguydu. Hatırlamasa da ne olduğunu ezberlemişti artık, " çok içtim hatunla tanıştık muthemelen o da çok içti sonra eve geldik hiçbişey konuşmadan öpüşmeye başladık " diye düşündü. Fakat bulamadığı tek şey bu sevişme seremonisinden sonra kadından iğrenme durumunun sebebi " dudaklarımızın birbirimizin vücudunda gezmesi mi, kasıklarımın yapış yapış olması mı, ağzımın içinde kalan kızın tadı mı yoksa karım mı " diye düşündü gömleğinin düğmelerini iliklerken..


      Sokak kapısını sessizce açtı, yataktaki kızın uyanması şu anda istediği son şeydi, telefon numarasını vermedğinden emin olduktan sonra evden çıkıp yine sessizce kapıyı kapattı. Asansörü çağırıp gelmesini beklerken ayakkabılarının üzerindeki belli belirsiz kusmuk izlerini temizliyordu, ben bu kusmuğu da tanımıyorum diye düşündü. Ses çıkarmamaya bu kadar uğraşırken asansör geldiğini büyük bir gürültüyle haber verdi. " Hay ebenin.." dedi sinirle asansörün kapısını açarken, zemin kat düğmesine basıp aynaya döndü. Yüzüne bakmaya yüzü yoktu bu yüzden üstünü başını düzeltmeye başladı. Asansör çıkarttığı gürültüden çok daha yavaş ilerliyordu, saçlarını düzeltmek için yüzüne bakmak zorundaydı ve bu dayanılacak bi durum değildi. Saçlarını düzeltirken dayanamayıp gözlerinin içine baktı, başka birini arar gibi. " Pisliksin, cidden çok göt oğlanı bi insansın tüm samimiyetimle söylüyorum " dedi kendine. " Pardon sen insan olamazsın, sen korkup sağa sola koşturan, saklanıp rahatlayabileceği bir delik arayan kanalizasyon faresisin. Bitmişsin haline bak, kendine acımıyosan git kendini öldür niye rezil ediyosun beni, yazık.. ". Aynaya baktığına, orda olduğuna, yaşadığına pişman oldu. Asansörü durdurup sonsuza kadar bu iki kat arasında yaşamak çok güzel bir fikirdi o an. " S..min asansörü, şimdiye magmaya inmiştim merdivenlerden inseydim " diye asansörden çıkardı sinirini.

     Kapının önüne çıktığında hiç tanımadığı bi sokağın ortasında kalmanın huzursuzluğuyla kucaklaştı. Soldaki kaldırımın dibine arabaların park ettiği sokak o kadar hiçbiyeri andırmıyordu ki nerede olduğunu tahmin etme gereği bile duymadı. Yokuşun tam ortasındaydı, soluna baktı koca kirli beyaz eski apartmanların arasından o dar yokuşu çıkmak hiç işine gelmediği için sağdan gitmeye karar verdi. Birkaç sokak kedisiyle beraber yürümeye başladı yokuş aşağı, kedilerden biri bilindik sokak kedisi üniforması giyinmişti sarı, yer yer kirli sarı tüyleriyle. Diğerini kendine çok benzetti, bembeyaz tüyleri arasında sırtında kocaman siyah bi leke vardı, emindi o leke doğuştandı hiçbir zaman yıkayarak geçmeyecekti. Yokuşun merdiven düzeni kaldırımlarından sekerek yavaş yavaş inerken her sarsıntıda beyninden kopan parçaların kulağından düştüğü hissediyordu. Büfenin birine girip selam verdi, " selamın aleyküm, kısa malboro alabilir miyim ? " nerede olduğunu da soracaktı ama bu sorunun ne kadar saçma olabileceğini idrak edecek kadar kendine gelmişti. " Ya bir de metroya nasıl gidebilirim " diye sordu, aslında metroyla bi alakası yoktu ama o an en belirgin adres seçeneği o geldi. Sakalını ovuşturup " Metro buraya biraz ters, ama yolun sonunda tramvay var işinize yararsa. Beyefendi sigaranızı unuttunuz. " dedi büfedeki orta yaşı biraz aşmış, gözünün kenarındaki kırışıklıklar gözlerini kırptıkça akordeon gibi açılıp kapanan adam sigara paketini ona doğru sallayarak. Tam dükkandan çıkacakken iki adım geriye atıp sigarayı adamın elinden aldı " sağolun ayrıca beyefendi değil, Aziz " diyip çıktı. Sigaranın jelatinini özenle çıkarıp bi tanesini kuru dudaklarının arasına koydu, dudakları sigarayı sevgili gibi kavradı. Elini cebine attığında farketti o an lazım gelen en mühim şey yoktu, çakmağı nerede unutmuş olabileceğini düşündü ama dün geceye ait bir isim bile hatırlamıyordu. " Hay sokacam böyle işe gitti güzelim çakmak, dönüp çakmak alsam mı büfeden neyse siktir et yolda birinden isterim ". Az ilerde köşede dikilen birine doğru yürümeye başladı, tek ayağını duvara yaslamış gence selam verdikten sonra " çakmak var mı birader " diye sordu. " Çakmak var, sigara var mı ? " diye karşılık verdi esmer, kısa saçlı, kendinin nedeyse yarısı kadar olan genç elini cebine götürürken. Sigara ve çakmak değiş tokuşunu büyük saygı çerçevesinde yaptılar. Eyvallah deyip yürümeye devam etti, yokuşun sonu ve tramvay durağı görünüyordu. Gişelerden geçip durağın banklarına doğru yürürken midesi iyice yanmaya başladı, midesiyle inatlaşır gibi bir sigara daha yaktı. Durakta oturan liseli çifti görmezden gelip yan taraftaki gazete okuyan muhtemelen emekli adamın yanına oturdu, göz ucuyla gazeteye baktı, " hadi ya perşembeymiş bugün " dedi " içilmez bugün "..

     Tramvayın hafif kalabalığı eşliğinde dışarıyı seyrederken inşallah evde kimse yoktur diye düşünüyordu ki telefonu çaldı, cebinden çıkarıp gelen mesajı biraz seyretti. " Tatlım ben çıkıyorum, eve ne zaman gelirsin bilmiyorum ama kahvaltı masasını kaldırmadım gelince bişeyler yersin belki diye. Biliyorum işler çok yoğun ama yorma kendini lütfen. "  yazan mesaja cevap verme gereği duymadı, telefonu tekrar cebine sokup evde kimsenin olmayacağının verdiği huzurla dışarıyı seyretmeye devam etti. O kadar insanın koşuşturması arasında gözleri sakin birilerini aradı, kendisine yandaş arıyor gibi. İnsanlar hızla geçiyor, duraklar hızla geçiyor, bulutlar hızla geçiyor zamanı bir türlü ehlileştirememenin ızdırabını tam alnının ortasında hissediyordu. İçinden kocaman bir senfoni orkestrası tuttu ve kocaman bir gök gürültüsü çaldırdı, uyuyan herkesi uyandırıp bir meydana toplamak, yüksek bi kürsüye çıkıp cesur insanların hepsini kalplerini birbirleriyle değiştirmeye davet etmek istiyordu. Cesur insanlar olmalıydı çünkü ancak cesareti olanlar hayata baş kaldırabilir ya da vazgeçebilirdi. İneceği yere geldiğinde iyice yorgunluk bastırmıştı ve hayli dağılmıştı, bir an önce evine gitmesi gerekiyordu ama karşısındaki yol o kadar uzun geliyordu ki gözüne sanki daha önce hiç yürümemiş gibiydi. O an birisinin kendisine seslendiğini duydu, tramvay kalabalığı dağıldıktan sonra uzakta, arabasının camından sarkmış olan arkadaşını gördü. Direnmenin gereksiz olduğunu mecburen yanına gitmesi gerektiğini biliyordu , biraz lafladıktan sonra arkadaşı onu evine bırakmayı teklif etti ama gereksiz sorularla karşılaşabilme ihtimaline karşı  kabul etmedi, bu eve giden yolda ölmeyi daha kutsal saydı içinden saçma muhabbetlere girmektense. Kafasını öne eğdi kaderine razı olur gibi, yürürken bir yandan da cebinden çıkardığı sigarayı yakacak birilerine bakınıyordu. Her zamankinin aksine sokak o kadar tenhaydı ki  birkaç üniformalı öğrenciden başka yürüyen kimseyi göremedi, öğrencilerden de ateş istemeyi gururuna yediremediği için elinde insanlardan nefret etmek için bir sebep daha oldu. Apartmanın önünde geldiğinde içemediği sigarasını dudaklarından alıp tekrar paketine koydu, dudakları uyuşmuştu ve bunu hiç sevmiyordu. Asansör yerine merdivenlerden dairesine çıkarken bir yandan dudaklarını ısırarak eski haline getirmeye çalışıyordu. Anahtarı kapıya takıp çevirdiğinde gelen sesle içindeki bütün karmaşa durdu ama bu ağırlığı üzerinden atabilmek için hiç bir yere sapmadan direk banyoya girdi. Duş musluğunu çevirip suyun ılıklaşmasını beklerken bir yandan soyundu, göğsündeki kocaman çiziği aynaya bakınca farketti " oha lan bu ne, biraz daha uğraşsaydı da ciğerimden bi parça alsaydı hatıra olarak " deyip gülerek suyun altına girdi. Su saçlarından vücuduna dağıldıkça sanki hissettiği o iğrenme duygusu da akan suyla beraber kanalizasyona karışıyordu. O duygudan o kadar arınmak istiyordu ki keselediği her yer kıpkırmızı oluyordu ve sonunda suyun altında öylece durdu, suyun üzerinden akarken çıkardığı sesi şimdiye kadar duyduğu en güzel meloldi gibi sessizce dinledi. Duştan çıktığında saç diplerine kadar rahatlamıştı, biraz uyumak günü daha da güzelleştirir diye saatini ve telefonunu masanın üzerine bırakıp yatağa uzandı. Tam dalmak üzereydi ki yarım yamalak duyduğu tıkırtıyla gözlerini açtı, birisinin gelip gelmediğini anlamak için hareketsizce bekledi biraz sonradan sesin dışarıdaki inşaattan geldiğini farketti. Hayatta en mutlu olduğu zaman dilimini yaşamak için tekrar gözlerini yumdu ama belli belirsiz aralıklarla sayıklıyordu, sonunda gördüğü ardı arkası kesilmeyen saçma rüyalardan sıçrayarak uyandı. Uyku sersemi telaşıyla gözlerini odanın etrafında gezdirdi, bu sefer doğru yatakta uyanmış olmak istiyordu. Telefonun yanındaki düğün fotoğrafını görünce emin oldu kendi evinde olduğuna, yataktan kalkıp telefonunu eline aldı " oha amma çok uyumuşum ya sıçtım günün içine " deyip telefonun yanındaki resmi elinin tersiyle iterek yüz üstü yatırdı. Artık mideyisle arasındaki yersiz inatlaşmayı bitirmenin zamanı gelmişti, mutfağa girince sabahtan beri orada duran masayı karşısında buldu. Bayatlamış ekmek dilimleri, peynir, zeytin ve diğer kahvaltılıklar gözüne hiç cazip gelmedi. Pencereden dışarıya , mutfak penceresinin karşısındaki biri bordo biri beyaz iki apartmanın arasındaki boşlutan görünen denize baktı. Geçen vapurları, Sarayburnu'nun suya yansıyan ışıkları, denizin koyu ama boğucu olmayan akşam mavisi, " Seviştiğim hiçbir kız bu kadar güzel değil " diye düşündü akşamın hafif rüzgarı çıkmaya başlayıp insanın burnuna belli belirsiz çiçek kokuları bırakırken. Biraz daha öyle kaldı, sanki birilerini özlemek istiyor da özleyecek kimseyi bulamıyor gibi, bu onu rahatsız etmiyor değildi, gerçekten özleyecek kimsesi yoktu. Manzarayla vedalaşıp kapıya gitti, dolaptan bir çift temiz ayakkabı ve anahtarını aldı, aynaya bakıp saçlarını elleriyle öylece bir düzeltti ve çıktı. Apartmandan dışarıya adım atar atmaz sokağın gürültüsü kulaklarına ağırlık yapmaya başladı, etrafına bakındı kalabalığa " sabah nerdeydiniz a.. k.. bi sigara içemedim sizin yüzünüzden " diye bağırdı içinden, yine kafasını öne eğip cebinden bi sigara bir de çakmak çıkarıp gülümsedi kimseye ihtiyacım yok der gibi. Sigarasını yakıp yürümeye başladı, gideceği yer hakkında hiçbir fikri yok gibi düşünüyordu ama aslında vardı çünkü ne zaman evden böylece çıksa gittiği yer hep aynıydı.

     İşte her zamanki gibi aynı sokaktaydı, çoğu çatlamış arnavut kaldırımlı bu sokağın, kapısında durduğu eski kocaman kapılı hanın neden onu bu kadar çektiğini hiçbir zaman anlamadı. Üzerine basılmaktan erimiş hatta orta kısımları sararmış mermer merdivenlerden çıkarken yine içinde o tuhaf patlamaları hissetti, bir adım daha atamayacak kadar utangaç, hızlı hızlı çıkacak kadar istekli ama bunların hiçbiriyle uğraşamayacak kadar umursamaz. Parmağındaki yüzüğü babası gibi - ki babasına dair çocukluğundan kalan en net hatıra buydu - merdiven korkuluklarına vurup çıkardığı sesi dinleyerek yürümeye devam etti. Dükkanın kapısına geldiğinde üzerindeki gereksiz gerginliği atmak için derin bir nefes alıp verdi ve kapının tokmağını itti. Kapı açılır açılmaz girişteki ufak zil çınlayıp dükkan sahibinin kitapta olan bütün dikkatini ,kafasını kaldırmadan gözlüklerinin üzerinden, kapıya yöneltmesine sebep oldu. Aziz daha selam vermeden " Lan bu nedir ya kaçıncı yüzyılda yaşıyoruz millet kamera takıyor dükkanına sen hala çıngıraklarla uğraşıyorsun " dedi. " Oo hoşgeldiniz Aziz bey, buyrun lütfen. Benim de işim yoktu zaten gelmeden önce aradığın için sağol. " diyerek istifini hiç bozmadan ukalaca karşıladı dükkan sahibi. Aziz ona doğru yürürken ayağa kalktı birbirlerine sarılıp gülüştüler. " İşin varsa köşede oturur beklerim oğlum ne olcak, bitirince muhabbet ederiz, ateş almaya gelmedim çay içmeye geldim" . " Gel kardeşim ya iyi yaptın, şaka yapıyorum işim yok cidden. Hatta tam zamanında geldin, dinle bak, kişinin kendini suçlaması doyum verici bir lükstür. kendimizi suçladığımız zaman başka hiç kimsenin bizi suçlama hakkı olmadığını hissederiz. Kişiyi günahlarından arındıran itiraf etmektir, yoksa günah çıkartan papaz değil.. Bu kitabı da al giderken yanına okursun tabi beyimizin boş vakti olursa ". " Evet çıkarma işi tam bana hitap ediyor gerçekten, o kadar yedim ki çıkardım çıkarıcam günahımı masanın ortasına. Hem boş vaktimiz olunca geliyoruz kardeşim niye böyle yapıyorsun ". " Senin günahlarını çıkartmak için papaz değil vidanjör lazım oğlum. Evet bilirim boş vaktin yok, yediğin haltları bilmiyormuşum gibi bana da boş vaktim yok diyorsun ya helal olsun, ama tabi evine bile uğramayan bir adamdan benim yanıma uğramasını beklemek fantazi olur ".  " Yok ya evden geliyorum zaten, duş aldım biraz uyudum çıktım. Hatta elimde olsa hep uyusam, arka arkaya güzel rüyalar görsem neyin gerçek neyin rüya olduğuna hatta yaşayıp yaşamadığıma emin olmadan öylece kalabilsem" dedi Aziz, çayından bir yudum aldı ve devam etti " senin kadar huzurlu ve dingil pardon dingin olamadığımdan benim için en güzeli o, sana özenmiyorum desem yalan olur ". " Benim yaptığım şey çok basit " dedi ağzından sigara dumanı çıkmaya devam ederken dükkan sahibi " hayatı olduğu gibi kabul ediyorum. Basit, kusurlu ve tam olması gerektiği gibi, yani sevgiliden alınan hediye gibi, güzel olmasa da odanın görünen yerinde gururla konabilecek gibi . Ama sen bunu yapamazsın, özgürlüğüne düşkün olmak bahanesiyle o kadar hoyrat davranıyorsun ki elinde olanın kıymetini bilmek için kaybetmen bile yetmeyecek ". " Özgürlüğe düşkün olmak bahane değil kardeşim " diye araya girdi Aziz " Herkes benim gibi, yani insan belli bir bağımsızlık içinde doğar zaten ve o bağımsız alanını savunmak için beklemek yerine genişletmek için ölene kadar mücadele verir. Adına her ne dersen, ufak çaplı katliamlar ya da büyük entrikalar, elindeki kozları en iyi kullananın kazanabileceği bir savaş bu ". " Aynen öyle, bu bir savaştır çünkü insanların genlerinde savaşmak için olağanüstü bir tutku var, bu büyük ahmaklığı göremeyecek kadar da büyük bir hırs. Kanla yazılmayan zaferlerin hiçbirini kutsal saymayacak kadar büyük bir öfke, ama kimse herkesin aynı taht kavgası içinde olduğunu göremez. Eğer sen savaşmak için yaşadığını düşünürsen asla huzurlu oturamazsın, tehdit eden her zaman tehdit edilme korkusuyla yaşar. Bu, o insanı her zaman tetikte tutan, ölene kadar taşıyacağı büyük bir yüktür " dedi dükkan sahibi çayını eline alıp Aziz' in sigarasını yakmak için çakmağı uzatırken . Aziz sigarasını yakıp " Tam olarak öyle değil çünkü insanları ayakta tutan o bahsettiğin büyük yükler değil sığ duygulardır, büyük tutkular insanlarda sadece bir seferde kanlı, ölümcül yaralar bırakır veya karşısındaki gücün iradesine saygı duyarak köşesine çekilir. Efsane aşklar ya da muhteşem acılar zaman içinde kendi şanlarından faydalanıp varlıklarını sürdürmeye çalışır ama bir o kadar da kendi büyüklükleri altında ezilir ve yok olur. Bu yüzden insanı rahatsız etmeyen sığ duygular varlığını sürekli sürdürür, insan bunlara göz yumar ". "Saçma " dedi dükkan sahibi tebessüm ederek, aslında Aziz' in bu sakin hali onu hep germişti ama belli etmek istemediği için tebessüm ederek devam etti " insan neden düşmanını görmezden gelsin ki, baş edebileceğin herşeyi ezip geçerek, tüketerek varlığını sürdüren bir canlı için eğer sığ duygular bu kadar tehditkar olsaydı insan büyük tutkulara ulaşmak için onları merdiven olarak kullanmazdı " . " Bunun sebebi senin hayatı algılayış biçiminden daha basit, insan zafer kazanma ihtimalinin düşük olduğu hiçbir savaşa kendi rızasıyla girmezde ondan, zaferin ne demek olduğunu bilen yenilginin de ne demek olduğunu bilir. Başkalarıyla olan mücadelesini kendisiyle olan mücadeleye tercih eder çünkü insanın koşulsuz olarak boyun eğdiği tek şey kendi tutkularıdır. Arzularının kuşatmasını sonlandırmanın tek yolu onları yapmak, eğer yapmama iradesini gösterirsen yasakların cazibesi daha büyük kuşatmalara sebep verecek ve bu bir insanın kendiyle mücadelesi değil ağzından salyalar akan bir canavarla karanlık bir sokakta karşılaşmak olacak " dedikten sonra Aziz dinlenmek ister gibi arkasına yaslandı çayını eline alıp. " Diyelim ki doğru söylüyorsun ama bu kadar şeyi bilmek ya da farkında olmak insanın ne olacağını kestiremediği bu hayatta, hiç geçmediği yollarda ya da hiç bilmediği sokaklarda kabolmasını engelleyecek mi ? " diye şiddetli bir çıkış yapıp Aziz' i köşeye sıkıştırdığını düşünerek huzur içinde dükkan sahibi de arkasına yaslandı. Aziz hafifçe doğruldu oturduğu yerden, sigarasını yakıp içine çekerken yanan tütünün sesini dinledi ve başına gelmiş kadar kendinden emin bir ses tonuyla konuştu " Merak etme dostum, bilmediğin sokaklarda kaybolmuş sayılmazsın..."



* Devam edecek mutlaka kendime güveniyorum, heyecanla bekleyin ama karmaşa yaratmayın

7 yorum:

  1. nerdeyse raskolnikov gibi ceza çektirmiş kendisine. kadın olmasam üzülebilirdim ;)ve evet ben de ne yazık zamanı ehlileştiremedim henüz.
    devamı için fazla bekletmeyeceğini umut ediyorum.

    YanıtlaSil
  2. keseleme anında irkildim yahu.ıykkkkkk:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Şimdi ben bunu nası anlasam, acaba kese sevmediğinden mi irkildin ? :)

      Sil
  3. Bu tarz yazma konusunda çok yeteneklisin bana soracak olursak, yazını gerçekten çok beğendim..Nasıl desem bilemiyorum ama çok akıcı, duru olmuş, fazlasıyla da sürükleyici. Devamını evet merakla bekliyorum. ((: Tebrik ederim, ellerine sağlık canımm. ((((:

    YanıtlaSil