31 Ekim 2011 Pazartesi

Deli saçması



Blog aslında böyle ani yazılara alışık değil ama can sıkınkıtından mütevellit bu seferlik idare edeceğiz ailecek. O kadar amaçsız başlıyorum ki yazıya nerde biter ne kadar kendini kaybeder ne zaman delirir belli değil. Başta şunu söyleyeyim İstanbul'un havasından şikayetçiyim arkadaş ! Evden çık hırkayla üşü eve dönüp mont al terle, oldu babanın uşağı vardı. Bi de bulutlarına hastayım iki dakika kafamı kaldırıyorum bulutlara bakayım bütün romantik yaratıcı insanlar bulut izler bi bok vardır belki diye ya bana öyle geliyo ya da İstanbul'un bulutları cidden kopyala yapıştır tekniğiyle oluşturulmuş. 

Üstüne bi de rahatsızlığım var benim ki hepinizde vardır muhtemelen bi şarkıya tutuldum mu yandı, söyleyen gelip dinleme lan artık ben bu kadar dinlemedim demesi lazım. Aksi gibi bu ara bi şarkıya tutuldum ki piii ( leyla ile mecnun efekti ) Can Bonomo (Banana diyesim geliyo da şimdi fanına denk geliriz mazallah tamam ben yakışıklı kıskananlardanım kabul ediyorum ama cidden muza benziyo adam ben napiim bu sefer benimle alakası yok ) bana bir saz verin verin ulan, sazım nerde saz verin bana saazzz, diye yürürken kulaklığımla kafama ceviz düştü. Çocukken top oynadığımız yerde ceviz ve incir ağacı olduğu için dikkat ederdik kafamıza bişey düşmesin diye ama büyüyünce unutmuşuz, hatırlattı karga sağolsun. Bi de gek gek ötüyo artiz sanki Newton'un kafasına elma attı, normalde hayvan severim ama kafama ceviz atmadıkça. Tabi kargayı yakalamak gibi bir yeteneğim yok onun yerine cevizi geri iade edebilirdim ama onuda yapmadım, onun yerine kaçtım. Lan ! kargadan kaçılır mı, kaçtım valla tarih bunu da yazsın istedim...

Ahan bu da şarkı 


He bi de saatlerin geri alınması var zaman geçmedi arkadaş jetlag oldum resmen

* Bonomo - Banana bi benim aklıma gelmedi dimi dürüst olalım birbirimize..

26 Ekim 2011 Çarşamba

Zaman kadavraları

          Farkındayım iyice tembel yazarlardan olduk ama hak verirsiniz sanırım insanın yazası gelmiyor bir türlü bu koşullarda. Ne anlatacaksın ki gülünçlü bir anı mı yoksa hayatın ne kadar ince bir hastalık kadar ince olduğunu mu birileri can çekişirken. Bu yüzden bu yazıda hata bulursanız affola.. 
        
        Vakit daralıyor ki huyudur daraldıkça klostrofobimi azdırır. Zamanında biri söylemişti her insan kıyametini kendi içinde bulacak diye tabi o zaman buna gülüp geçecek kadar genctim. O kadar gençtim ki sigara daha ağzıma yakışmıyordu, kendimden büyük cümleleri iki kere düşünmüyordum henüz ve her gece eve vakitlice gelmem emrolunuyordu. Köşe başlarında sigara içme eşkiyalığını eve giderken nane yeme hanımevlatlığıyla nötüralize ettiğim zamanlardı. Kim demişti hatırlamıyorum işte her insan kıyametini kendi içinde bulacak diye. Nasıl olur da insan kendini kahredecek şeyi kendi içinde taşır, neden taşır. Ne olduğunu bilerek üstelik, kabullenerek devam eder. Ne kadar saçma ! İçimden tekrarlayıp dışımdan gülüyordum, gençtim.  
        
          O zamanlar anlamsız gelen birçok şey yaş ile anlamlanıyormuş bunu da öğrendim geçen süre içinde. İnsanların organlardan arta kalan boşluklarda içinde kaç şeytan kaç melek taşıyabileceğini, en uzun mesafe için iki kişinin bile olmamasi gerektiğini tek başına o uzun mesafeyi yaratabileceğini kendine. Başkaları kıyametini yaşarken nası görmezden geldiğini, kendi kıyametini bile bile yeni doğmuş bebek gibi dünyanın ninnisini söyleyerek içinde itinayla taşıdığını. Daha neler öğreneceğimi merak ettiğimi. Korkuyorum bazen ya hala bazı şeyler için gençsem diye...


       Erittiğimiz her yaş haklı çıkarıyor zaman kadavralarını...

12 Ekim 2011 Çarşamba

Ahmak !!!

"Amiyane tabirle yol vermiş adama, sonra olanlar oldu tabi.." dedi ve devam etti ojeli tırnaklarıyla Fransız filmlerinde renkli, özendirici festivallere benzeyen parmaklarının arasındaki sigaradan bir nefes çektikten sonra. Duman düz saçlarının üzerindeki tablonun yüzünü tanıdıklaştırırken hala aynı heyecanla hikayesine devam ediyordu. Etrafındaki herkese aynı anı yaşatmak istermiş gibi mimiklerini kullanıyor ama başaramayınca elindeki en büyük kozu yani güzelliğini kullanarak dikkat çekmeyi başarıyordu.

8 Ekim 2011 Cumartesi

Sabit Gezgin

*Kişisel yazı.
Geçtiğimiz haftalarda babamla ''Game of thrones'' un ilk bölümünü izliyorduk televizyonda.Uzun zaman sonra birlikte bişeyler izlediğimiz anlardan biriydi ve sırf bu yüzden izlediğim diziyi tekrar izliyordum.En son TRT-Western kuşağında kalmıştık yıllar önce bir pazar sabahı kahvaltısında.Dizinin tam son sahnesinde Kuzey Kralı Ned Stark'ın küçük çocuğunun kalenin duvarından aşağı düştü sahnede -nolcak çocuğa ölüyor mu diye sordu babam.Ben ise o sırada en yakından tanımam gereken adamı aslında o kadar da iyi tanımadığımı düşünüyordum.