13 Şubat 2011 Pazar

Kubrick Lynch'i Linç Eder

İstanbul'da bu aralar hava alabildiğine güneşli.Ben gidiyorum diye nispet yapıyor farkındayım ama tek nispet yapan o değil,bağışıklık sistemim de beni yalnız bıraktı tam yanımda olması gereken günlerde.Öksürüyorum,başım ağrıyor,bazen İstanbul'un duman kokusunu bile içime çekmeyi özlüyorum ama biraz kaprisli burnum buna bile izin vermiyor.

Tek yöne gidişi olan dönüşü olmayan bir tren yolunda beklerken buldum kendimi.Etrafımdaki herkes heyecanlıydı,gelen tren tek vagonluydu ve binememe korkusu vardı ben hariç herkesin yüzünde.Sebebini öğrenmem geç olmadı,Beatles konserine gidiyordu tren,belki de son kez canlı izleme fırsatını kaçırmayı kimse göze alamazdı.Uyandım,hastalıktan ve yer kapma telaşından olsa gerek terlemiştim.Trene binmiştim,son hatırladığım buydu.Beatles konseri aklıma geldi tebessüm ettim,anlam aradım,anlamını buldum.'Beatles cafe'ye gitcektik bugün dedim içimden,hazırlandım çıktım yola...
İstanbul'dan 3 ay uzak kalayım,geldiğim de çok şeyin değiştiğini fark ederim,yol kenarında türemiş bir bina,bilmem kaçıncı cadde de açılmış yeni bir cafe falan hemen dikkatimi çeker.Beyoğlu'na 10 yıl sonra gelsem değişen hiçbirşeyi fark edemem.Öylesine insan kalabalığı varki ne bir yerin farkında olursunuz ne de bir gördüğünüz yüzü hatırlarsınız.Hani rüyalarımızda gördüğümüz ve tanımadığımız insanların hayatlarımız da en az bir kez gördüğümüz yüzler olduğu söylenir ya,ben rüyamda görüpte aşık olduğum tüm kızları Beyoğlunda bulma konusunda ümitliyim artık.

Cihangirdeki bu evde muhabbet koyu.Geçmişi hatırlamanın,kısaca hafızanın gereksizliğini düşünen ben,anıları yad edip joker gülüşünü sergiledikçe bu düşüncemi savıyorum bir süreliğine.Cem’in üst kattaki otistik çocuğun çıkardığı çekilemez gürültülerden yakınmasının yanında benimde beynimin bana serzenişleri çekilmez oluyor bu anlarda.Abi diyorum parasetamol krizim tuttu ilaç almam lazım...Çıkıyoruz,sabahın 4'ünde tylolhot vebenzeri ilaçları arıyoruz,İstanbul'un romantik sıcağında.Bu saatte bu sıcak canımı sıkıyor neyseki ilacı bulup içmemle uyuyakalıyorum.

Dehşet verici matkap sesleriyle buz gibi yatakta yeni güne gözlerimi açıyorum.Aklıma çocuğun matkabı eline alıp evi dağıtıp yıktığı gelince,gülme krizine giriyorum ister istemez.Odaya bir giriyorum,sese bağışıklık kazanmış Cem ve yataklarında gözlerini tavanlara dikmiş insanlara rastlıyorum,gözlerinde dehşet var.Apar topar hazırlanıp evden çıkarken, üst kattaki arıza kadın tam kapıda karşımıza çıkıyor.Gözleri fal taşı gibi açılmış bizi süzüyor.O kadar büyük ki gözleri 'Clockwork Orange'taki işkence yapılıp göz kapakları sonuna kadar açılmış, tüm dürtüsel şeyleri izletilmeye mahkum olan Alex geliyor aklıma,korkup kaçıyorum.Merdivenlerden inerken aklımdaki tek düşünce bu kadın Tanrı’nın Alex’i olmalı.Çocuğun da günahını almışız,doğalgaz döşeme olayları mevcut o anda binada,ön yargı kötü bir şey evet..

Beatles'a girer girmez gözümüze ilk çarpan şey merakla beklediğimiz Özge'nin koyu kahverengiden bakır kızılına dönmüş saçları oldu.Bu Cem'inde benim de ilk görüşüm,hatta Özge'nin de ilk boyatışı olduğundan önemli bir an.Garipsiyoruz,karanlıkta fena olmamış gibi diyoruz tutuyor kolumuzdan bizi gün ışığına çıkarıyor.Evet güzel olmuş.Doğallıktan yana olsakta güzel olmuş.Cem cafede çalışmaya başlıyor tezgahın arka tarafında,bir yandan müşterilerin siparişlerini hazırlıyor;bitki çayları,çilekli kahveler,tekila shot falan derken bir yandan da Özge olmadığı anlarda; bardakta yarısına kadar dem dolu olan çayı içip,şişenin dibinde kalan sek kolayı fondipliyor efkarından.Karıştırma abi kusarsın diyorum,eehh karışmayın bana diye tersliyor.Alışamadım abi diye dert yanıyor bir yandan etrafındakilere,teselli ediyoruz.. O sırada cafenin sahibi Metin abi gelip neyine alışamadın oğlum kız yenilik yapmış,yeni sevgilin var işte deyip Erol Taş gülüşüyle selam ediyor sevenlerine.

Akşamüzerine doğru hava biraz soğumuş olmalı ki,Özge titremeye başlıyor.Anlatıyor,anlatıyorum,susmuyoruz.Rüyalarımı anlatıyorum,senin rüyaların çıkıyor diyor,rüyalarım o anda film şeridi gibi gözlerimin önünden geçiyor.Bazılarından hiç uyanmamak güzel olurdu ama çoğunluğu korkutuyor beni.Konuşmak,gülmek acıktırmış olcakki önümüze konan ;üstü eritme kaşarlı ,salça soslu ve baharatlı makarna dünyanın en güzel şeyiydi.Mısır diyor Özge.Mısır koymamış adi ; çok sevdiğimi bilir de niye koymazsın be Cem diye o da dert yanıyor bana,ben aldırış etmeyip yemeye devam ediyorum.Ulan sen ne karaktersiz adamsın bakışı atıyor Özge, ama yine de yemeye devam ediyoruz.

Derken cafe'nin müdavimlerinden birileri geliyor Özge'yle selamlaşıyor.İki adam.Özge senaryo işleri ne durumda falan derken atlıyorum hemen.'Senaryo yazmak istiyorum,kafamda hikayeler kurguluyorum ama özgün olamıyorum diyorum' hemen masama oturuyorlar başlıyoruz koyu sinema muhabbetine.
'İki ses' sorum karşısında önce gülümsüyor sonra 'İspanyol bilmemkime göre(ismini hatırlayamadım) hikaye edilebilcek 36 konu vardır diyor ötesine çıkamazsın,önemli olan neyi anlattığın değil nasıl anlattığın diyor'
Uzun,soluksuz sohbetin sonlarına doğru David Lynch izle tavsiyleri veriyolar bana,psikolojiyi onunla daha iyi anlarsın diyolar,Mulholand çıkmazını izledim,psikolojimi anlayamadım filminkini nasıl anlarım diyorum içimden, sonra Kubrick diyorum Shining’te o labirentten bahçe sinirlerimi bozdu, filmin içinde olsam sonsuza kadar koşardım,hatta filmin dışında da sonsuza kadar koşmak istedim o anda her şeyi bırakıp..Kubrick anlatısı daha somutsaldır Lynch salt olarak soyutsaldır diyorlar peki Megan Fox’un hayaliyle mi sevişmek güzel olurdu kendisiyle mi diyorum ‘iki ses’ birbirine bakıyor.Gözlerinde o anda Lynch’i sevmenin burukluğu beliriyor,keyif kahvelerinden birer yudum daha alıp koşar adımlarla masadan uzaklaşıyolar..

Yorucu bir günün ardından yorucu trafik iyice sinirlerimi bozuyor,ani bir kararla 10 dakika önce bindiğim otobüsten atıyorum kendimi.Tam o anda İndiana Jones’um,yuvarlanarak Beşiktaş trafiğinde arabaların arasından sıyrılıyorum ve son vapura yetişmek için rüzgarla anlaşma yapıyorum.Teknolojiden nefret etmeme bir sebepte İstanbul’da yenilenen vapurlar oluyor.Pas kokusu geçmişi hatırlatır insanlara,anılarını yaşatır.Belki ilk aşkınızı o gemilerin en ücra köşesinde ,en soğuk yerinde yaşadığınızı hatırlatır.Yenilenen gemilerdeki plazma televizyonlar ise…
Bugünlerde bu şehirden ayrılmak çok canımı sıkıyor,heleki güneş gülümsemesini hiç eksik etmiyorken bu şehirden…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder