30 Haziran 2014 Pazartesi

        Nasıl unutabilir insan çaresizlikle karşılaştığı ilk yeri ? O tanışma anına şahitlik edenleri nasıl silip atabilir ? Ekseriyetle sigara içmeye yarayan ve çocuk gibi kalem çiziği ellerimin yüzümü serbest bıraktığı gecelerde dönüp dönüp göğe bakıyorum. Kafamın üstünde milyon yıldız, bazıları söneli yıllar olmuş olabilirmişmiş. Şimdi hangisini silip atacağım bilmiyorum. Bu banklar ne kadar çok acı biriktirmiş, hangi bank beni kucağına oturtmuştu o gün hatırlamıyorum. Zarifoğlu söylemiş " ne çok acı var  ", arkadaşlarım söylüyor " kafana takma", ulan herkes bir şeyler söylüyor, iyiliğim içinmişmiş.

        Ben de biliyorum hep haklısınız, hatta bir tek bunu biliyorum hepiniz haklısınız, bi benim haksız olan, hiç bi bok bilmeyen, hiç bi şey hak etmeyen bi tek benim anasını satayım. İyilikler sizin olsun, ben çoktan sönmüş olabilecek yıldızlara isim takmaya devam edeceğim, yaptıklarım için pişman olup yapmadıklarıma daha çok pişman olacağım. Şimdi izin verirseniz bir sigara daha yakacağım. Çünkü cevabını bulmam gereken lanet bir soru var, nası unutacağım bu soktuğum çaresizliğiyle tanıştığım ilk yeri ? Belki onu bulursam, bir ihtimal  son çaresizliğimden nasıl kurtulacağımı da anlarım.

Bu aralar çok çay içiyorum...

26 Haziran 2014 Perşembe

Süheyla' ya son mektup

        Çaresiz bir mermidir aklım, kendi kaderinden habersiz, dokunulmadığı sürece soğuk, tek başına zararsız. Hangi elin eline geçerse geçsin yanlış, hep düşman ve sevimsiz. Daha kaç kere bilmem kaç kilometre hızla zırhına çarpacağım, ağzım yüzüm kan revan. Kaç kere düşeceğim koca koca gökdelenlerin tepesinden, ağzım yüzüm hep kan revan. Daha kaç kere kaç kere diye soracağım. Kalbimin yüzüme bakmaya yüzü yok, vicdanımın yüzüme bakmaya yüzü yok, aklımın yüzüme bakmaya yüzü yok. Vicdanımın kalbime, kalbimin aklıma, aklımın vicdanıma bakmaya yüzü yok. Damarlarımda bir deli bir cellat bir şeytan ile yaşıyorum, hangi dilde anlatsam dinlersin hikayemi. 

24 Haziran 2014 Salı

Dönüyor gözleri sonsuz rüyadan
Göğsünde bir ejderha kanadı
Bu evler geriyor şehri
ve yalnızlık
Boş ellerin kutsal tapınağı..

Bu bütün duvarlarıyla delirerek
hem daralarak avuçlarında
bin çeşit göz,
nasıl bir alevdir saçlarında yakan rüzgar
koca geceyi emerek hoyratça
tam ortasına sapladığı
o asil damarlarıyla
nasıl bir köz,
ki işte gidiyor
birden ve zamansız kurtulmuş bulutlardan
mutlaka dünyaya dökülecek saçlarıyla
başka bir hal oluyor durup düşünmek
kim bilir hangi trene binecek
burada ya da başka bir memlekette
yalnızlık yüzünü göğe çevirmiş bekleyecek..

ben ki sırılsıklam ve umursamaz
gördüğüm bütün sokaklarda ölüyorum,
ah o siyah saçlarına kondurduğu
ceylan duruşuyla
gülüşünde bilmem kaç senelik meltem
bir şeye geç kalmış gibi
yürüyor
her adımı bir söze bulaşmış
gidişi her şeyi yerli yerine oturtan deprem

Katrana iştah açan gözlerinle tanıştım
tatlı bir yalnızlık edinmişsin bakışlarınla
dudaklarında bin çeşit sevda sayhası
yağmanı bekliyorum, saçlarının da..