28 Ocak 2012 Cumartesi

Şimdiki zamanın iyelik eki

gözlerim mavi değil
üstelik ağaçlar yapraklarını döküyor
üzülüyorum,
kuşlar sokakta yürürse
insanlar pencereden bakar
sinemada görmüştüm sanırım,
film bitiyor, son, ben en çok burasını seviyorum,
aynaya dönüyorum, ayna bana,
ağaç kırmızısı tutuyorum içimden
içimden bir sayı ve birkaç el,
ellerini el olarak tutuyorum,
sen isyankarsın ve çok güzel
dudakların, aforizmalar dökülüyor ruja ve
Allah'a inanmak çağcıl alışkanlık sayılıyor..

27 Ocak 2012 Cuma

Vesikalık

Başlıklar mı yazıları oluşturur yoksa yazılar mı başlıkları oluşturur hiç emin olamadım.Yalnızca bu yazı için başlık cevabını verebiliyorum.
Ne zaman sabah erkenden önemli bir işim olsa yatağa erkenden uzanır,düşünülecek onca zaman olmasına rağmen düşünülecek herşeyi o ana sıkıştırır,dünyayı falan kurtarır,tebrikleri mütevazilikle geri çeviririm.Sonra -uyumam lazım komutuyla yatağın içinde acı çeker ve güneşi uyandırırım.İşte böyle zamanlarda  bazı cümleler geçer aklımdan.Sonrasında nefesim daralır ve huzursuzluğun; içimde çöreklenmiş bana doğru gülümsediğini fark ederim. ''Hayat sizi yeterince güldürmüyorsa espriyi iyi anlayamamışsınız demektir.'' demiş ismini tam hatırlayamadığım biri.Zaten konumuz kimin söylediği değil...


22 Ocak 2012 Pazar

26

 Iggy Pop - The Passenger by fakesunandsmile 


Aslında herşey bir gazetenin arkasında yer alan küçük bir davetle başlamıştı.O günün gecesinde ''göktaşı yağmuru'' vardı ve üniversite; bu göktaşı yağmurunu dev teleskopla gözlemlemek isteyenleri davet ediyordu Ulupınar gözlemevine.Bir sonraki göktaşı yağmurunun 150 yıl sonra gerçekleşcek olması içimize iyiden iyiye oturmuştu.Bilirsiniz hep böyle derler ama 3 ay sonra yine göktaşı yağmuru gerçekleşir.Hani 150 yıl sonraydı diye sorarsınız,bu başka galaksinin yağmuru falan diyip sıyrılırlar işin içinden.Cümleler; içinizde hep bir yarım kalmışlık hissi oluşturmak için kurulur zaten.

20 Ocak 2012 Cuma

Ağustos ayında palto

Gülce'ye, evet !


        "Çok çabuk unutuyoruz yeminlerimizi, ama yemin etmeyi hiç unutmuyoruz diye bi cümle okumuştum bi kitapta. Sözün bi anlamı yok zaten benim bi kitap okumuş olmam önemli bu cümlede" dedi Sami. Yürüyorduk, ipini koparmış gömlek düğmesi gibi, sabit olmayan bir hızla, yokuş aşağı. Kör gözlerin İstanbul masalına takılmamış bi ara sokakta yürüyorduk. Basbayağı ispatıydı bu sokak koca şehire haksızlık yapıldığının. İstanbul burdan bakınca komşularının sevdiği gel gör ki ailesinin dışladığı yeni gelin gibi duruyordu, üzülüyordu ya da burdan öyle geliyordu. Yine de biz mutlak sıfatlar asıyorduk pencerenden pencereye uzanan çamaşır iplerine. Sokakta sigara içen dedeler, kapı önünde oturan nineler, kediler, top oynayan çocuklar hepimiz sokakta olmanın keskin hakimiyetinde, sokaktaydık işte...